EYLUL2021 Zekeriya Şimşek
Reşat Nuri’nin İzmir’i
19 roman, 8 hikâye, 15 oyun ve 1 gezi kitabıyla Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın öncülerinden Reşat Nuri Güntekin (1889-1956), bir okur için Çalıkuşu ve/veya Yaprak Dökümü demektir; İzmir’deki bir okur içinse belediye otobüslerinde gözümüze ilişen Çalıkuşu Mahallesi tabelası ile bir başka önem taşır. Her semte nasip olmaz ünlü bir romanın adıyla şereflenmek! Benim içinse Miskinler Teknesi’nin Reşat Nuri’sidir. Bir dönem İzmir Frerler Mektebi’nde (bugünkü Saint Joseph Lisesi) eğitim alan; Çalıkuşu (1922) ve Dudaktan Kalbe (1925)’yi bugünkü Bozyaka/Kilimcitepe’deki bir bagˆ evinde yazan; Millî Eğitim Bakanlığı müfettişliğine atandığı 1927 ile Çanakkale’den milletvekili seçildiği 1939 yılları arasında yazlarını sıklıkla İzmir’de geçiren Res¸at Nuri’nin, C¸alıkus¸u romanına esin kaynağı olarak kabul edilen, Yağhaneler’den Bozyaka’ya çıkan cadde ortasında refüjde kalan asırlık çitlembik ağacı ile o bagˆ evi, İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Konak Belediye Meclisi kararlarıyla bugün kütüphane işleviyle koruma altındadır. Konum itibariyle SSK Bozyaka Hastanesi’nin hemen arkasında, Kilimcitepe Camii’nin yanında çevreye hâkim bir tepede Karabağlar Belediyesi Reşat Nuri Güntekin Çocuk Kitaplığı olarak 3206 sokak 12 numarada yaşatılan evin bulunduğu bölge, şehirleşme öncesi bağlık-bahçelik iken bugün çok katlı apartmanlar tarafından kuşatılmış, evin çevresi Çalıkuşu Parkı olarak düzenlenmiştir. Bir de Miskinler Tekkesi’ndeki İzmir vardır; Tilkilik, Kâtipoğlu, Kızılçullu Yolu, Eşrefpaşa Camii, Topaltı, Havra Sokağı, İkiçeşmelik, Pasaport/Punta, Karantina, Bornova, Değirmendağı… dolaştığımız. Reşat Nuri, Miskinler Tekkesi’nde Cumhuriyetin ilk yıllarında savaştan yeni çıkmış ve yaralarını sarmakta olan bir milletin çok kültürlü yapısını, Afro-Türkler’i, dilencileri gözler önüne serer. İlk baskısı 1946’da yapılan ve tarihi bir perspektifle yazılmış, bir bakıma simgelerle örülü Miskinler Tekkesi romanı benim için Reşat Nuri’nin en önemli romanıdır. II. Mahmud döneminden Cumhuriyete, dilenciler topluluğunu anlatır görünen roman, aslında çalışma düşmanı, üretimsiz, cansız topluma bir itirazdır. Romanın konusu II.Abdülhamid zamanında yetişen ve içinden mollalar, kazaskerler, kaptan-ı deryalar çıkarmış önemli bir aileden gelen koca kafalı miskin bir çocuğun çalkantılı dönem yaşantısıdır. Romancılığımızda sık görülen, çöküntü durumundaki bir “soylu” konağında başlayan roman daha sonra Türk romanında az görülür bir mesleğe ve o mesleği yapan insanların yaşamına ayna tutar. Bu meslek “dilencilik”tir. İsimsiz roman kahramanıyla birlikte, Meşrutiyet’i, 31 Mart’ı, Balkan Savaşları’nı, Birinci Dünya Savaşı’nı, Yunan işgalindeki İzmir’i ve Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşarız. Başka bir ifadeyle, kahramanın gerçek yaşamını öğrenirken ülkemizin yaşadığı siyasal ve toplumsal dönüşüme tanıklık ederiz. Daha çocukluğunda, konakta yaşarken bile tembel ve miskin olan kahramanımız, doğuştan dilenciliğe eğilimlidir. Toplumsal değişmeler (sürgün, savaş, kıtlık vb.) bu potansiyeli zorlayınca İzmir’e gelir ve Kadifekale eteklerindeki Tamaşalık semtine yerleşerek gerçek bir dilenci olur. Romanın ilk iki bölümünde sürüp giden “sinik” üslubuyla dilenciliğin toplumsal gerekçesini açıkladıktan sonra, mesleğin “kutsi sırrı” üzerine söyledikleri, eski dilencilerle yenileri arasında yaptığı kıyas gibi unsurlar, sinizmle toplumsal yerginin büyük bir uyumla birleştiği bölümlerdir. Bu bölümler, Reşat Nuri’nin dilenciler dünyası üzerine geniş bilgisini göstermesi açısında da ilginçtir. Tamaşalık’ı anlatırken gerçekçiliğin çok başarılı bir örneğini verir Reşat Nuri. Bu semt, dilencilerin yaşadığı bir tür “Miskinler Tekkesi”dir. Konaklardan kovulmuş ya da kaçmış Afrikalı köleleri barındıran ve bir dilencilik yuvasına dönmüş semtte “Dana Bayramı” adı altında putperestliği anımsatan âyinler yapılmaktadır. Bu sahneler, bir hayal ürünü değil yazarın gerçek gözlemleri ise son döneminde bile Osmanlı toplumunun ne kadar zengin bir sosyal laboratuvar olduğunu görürüz. Günümüzde (tekkelerde) olduğu gibi, Tamaşalık semtini de bir şeyh denetler ve istemediği yabancıları oraya sokmaz. Bu semti kullanarak Reşat Nuri, dilenciliğin belli sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklanan bir “meslek” olduğunun altını çizer. Ayrıca dilenciliğin bir sosyal olgu olarak toplumun evrimine ayak uydurarak üretim ilişkilerindeki değişmelere göre yeni biçimler aldığını anlatır. Romanın başlarında, “tembel”, “uyuşuk” anlamında kullanılan miskin, daha sonra “cüzzamlı” anlamıyla çıkar karşımıza. Bunların dışında miskin sözcüğünün bir de tasavvuftaki anlamı vardır: “Allah karşısında aczini, yokluğunu bilen gönül eri, gerçek zenginin Allah olduğunu ve kendisinin O’na karşı mutlak ihtiyaç içinde bulunduğunu bilen derviş kul, fakir”. Ya da “varlık duygusundan sıyrılan, varlığı yokluğa çeviren, kendisinde hiçbir varlık görmeyen kişi”. Reşat Nuri, romanda miskin sözcüğünün çağrıştırdığı tüm anlamları içeriksel düzlemle ustaca bağdaştırır. Miskinler Tekkesi’nin miskin kahramanı, yeri geldiğinde tembel, uyuşuk olur, yeri geldiğinde bir cüzzamlıdır, dilencidir veya bir derviş olur. Bu farklı anlam çağrışımlarından en önemlisi sonuncusudur. “Canının kıymetini bilen ve yalvararak her işini yaptıran” bu adam, meslek olarak dilenciliği seçtikten sonra, kazandığı paraları bir tasavvuf ehli gibi çevresindekilerle paylaşmaktan geri kalmaz. Eski bir Afrikalı köle olan Mesule Bacı’nın geçimini sağlar; yanına aldığı İsmail’in tüm ihtiyaçlarını karşılar, onu okutur. Hatta arkadaşı Talât’a borç para verdiği gibi ev almasına yardım ederken, Talât’a verdiği borçları “uzun vadeli bir devlet istikrazı”na benzetir. Miskin sözcüğünün tasavvufi anlamını içeren özellikler gösterirken kendisinin de normal dilencilerden farklı olduğunu, çevresindeki insanlara benzemediğini açıkça belirten ifadelerle “dilenci derviş” kılığına bürünür. Derviş dilenci, diğer dilencilerden farklı olduğunu, sadakaları, el açmadan, yalvarıp yakarmadan almasıyla gösterir. O kendini Allah yoluna adamış bir fakir gibi sükûtu seçer, ısrarla sadaka istemez; sadakanın ona gelmesini bekler. Konakta yetişmiş ve iyi bir eğitim görmüş kahramanımız sıradan bir dilenci olamaz ve bunu ince bir hayat felsefesiyle uzlaştırır. Bu felsefeyi tasavvuftan -Mevlevilikten- alır. “Ara sıra mezatlardan, ölü terekelerinden yok pahasına aldığı kitaplar” arasında en çok sevdiği “kalın bir Mesnevi şerhi”dir. Bu kitapta onu çeken şey “dünya nimetlerine karşı yüksek istiğna”dır. Romanın ilerleyen sayfalarında kullandığı kaplumbağa metaforu da içinde yatan sufiyi anlatmak içindir. Evliya kisvesine bürünerek dilenciliğini meşrulaştıran kahramanımız, evlatlığı büyüyüp de babasının yaptığı işten utanmaya başlayınca dilenciliğini sorgulamaya başlayacak ve incir depolama fabrikasında bulduğu işte ancak üç gün çalışabilecektir. Tamaşalık’ın sefil ortamında hayatına dâhil olan bu çocuk okumaya meraklı, çalışkan ve azimlidir. Dilencilik yaptığı için babasını hor görür ve bir dilencinin parasıyla okuduğu için utanç duyar. Hatta bu yüzden çok çalışarak parasız devlet yatılısı olur. Kahramanın Mesnevi aşkı da akıllı İsmail’i kendisine çekme hayaliyle ilgilidir. Evlat tarafından onaylanmama duygusunun verdiği rahatsızlığı ve “fikir fukaralığını” Mesnevi ile gidermeye çalışır. Garip olanı İsmail de bu kitabı sever ve bazı geceler babasından ona bu kitaptan bölümler okumasını ister. Sonunda İsmail, Avrupa’da parlak bir mimarlık eğitimi alır, üne kavuşur ve babasının evine dönerek ona minnetini dile getirir. Babasının onu hiçbir şey için “yalvartmadan” büyüttüğünü söyler. Böylece İsmail de babasının dilenmesini, mevki peşinde koşarak yapılan modern dilenciliğe tercih eder. Babası dürüsttür, başkasının malına göz dikmemiştir, el-etek öpüp el açmamıştır. Ne yaptığı bellidir. Roman kahramanının saatlerce karşısına geçip seyrettiği duvara asılı levhada; “Dil bedest aver ki…” dizesi yazılıdır. Romanımızın kahramanı dilenciye göre; hayat bir dilenme sahnesi, dünya bir miskinler tekkesidir; cüzzamhâneden tembelhâneye anlam kaymaları ile… Çünkü miskinleri besleyecek yığınla iyi niyetli, merhametli insan vardır dünya sahnesinde. Ya bugün?